Yazarlık atölyemizin hocası ALİ TURAN GÖRGÜ, Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih- Coğrafya Fakültesi, Dilbilim bölümünden mezun oldu. Türkçenin Eğitimi ve Öğretimi alanında yüksek lisans yaptı. Avusturya devletinin bursuyla tez araştırmalarını Viyana ve Salzburg’da sürdürdü. Bazı dergilerde makaleleri ve öyküleri yayınlandı. Bilkent Üniversitesinde öğretim görevlisi olarak çalıştı. Halen Başkent Üniversitesinde öğretim görevlisidir. “Yaratıcı Yazarlık ve Hikaye Geliştirme”, “Kültür, Sanat ve Animasyon” ve “Görsel Algı ve İletişim” derslerini vermektedir.
Yaratıcı yazarlık derslerini daha önce, CERMODERN- Ankara (2013-2014), Ankara Öykü Derneği( 2014-2015), Khora Felsefe Derneği-Ankara (2018-2019), ADA’da (Ankara Düşünce Atölyesi) (2020 -2021) yapan Ali Turan Görgü,’nün 6 Hafta boyunca online olarak yürütüğü atölye programı şöyleydi;
1. HAFTA
-Kurmacanın Temel Öğeleri
-Yazma Cesareti
– Çatışma ve Karşıtlık (Kutupsallık)
2. HAFTA
-Kurmacada Gerçek ve Gerçekleşme Olasılığı Olan -Kurmacada Özgünlük ve Alışılagelmiş Olan
3. HAFTA
-Yaratıcı ve Özgün Yazmanın İlgi Çekici ve Dinamik kaynakları
-Kurmacada inandırıcılık
– Başkasını Anlatmak/Kendini Anlatmak/ Kim Anlatırsa İlgimizi Çeker?
4. HAFTA
-Karakter Oluşturma: İnandırıcı karakter yaratmak
– Hayatın içinden veya Hayatın Dışından Karakterler Çizmek
5. HAFTA
-Kurmacada Bakış Açısı
– Başka Türlü Anlatmak. Gerçeği veya bir anlatıyı farklı bir bakış açısıyla anlatmak.
-Kurmacada Canlandırma, Sahneleme
6. HAFTA
-Öykü Yaratmak: Olay yaratmak, gerilim ve çatışmayı canlandırmak, tırmanma noktası belirlemek, düğümü çözmeye gitmek veya çözmemek
-Anlatmaya Nereden Başlamalı?
-Öyküde Başlangıç: İlk cümle ve sonrası
– Özdeşlik kurmak
Atölyenin çıktılarını da burada paylaşmak istiyoruz. Hatta bir adım daha atarak, eğitim almış arkadaşların yeni yaratılarını da paylaşalım istiyoruz.
Sizler de boş durmayın. Yazarlık yeteneğinizi ortaya çıkaracak çabalarınızı bizimle paylaşın. Çalışamalarınız Ali Turan Görgü tarafından değerlendirilsin ve size özel mesajla iletilsin. Bu size bir sonraki uygulama atölyesine katılarak kendinizi geliştirmenin yolunu açabilir.
Belgin Rana ÇARDAK‘dan
BURAYA BAKARLAR
Güneş pencereden sızıp gözlerini kamaştırmaya başlamıştı. Gün aymış olmalı hem de baya bir zaman geçmiş olmalı diye düşündü. Üzerindeki yorganı hafifçe kaldırdı ve duvara ilk geldiği gün çizdiği resme baktı. Onun rutiniydi bu, her sabah uyanır uyanmaz ve gece yatmadan önce bakardı bu gözleri aşağıya bakan resme. Bakmadan uyuya kalırsa şayet uykudan uyanır gene bakardı. Mühimdi hem de çok mühim… Buraya taşınmadan önce doğa düşkünlüğü pek yoktu. Herkes kadar denizi ve yeşili severdi ama genelde tekne gezintisi tercihi olurdu. Bu gezilerindeyse kaliteli Porto şarabı tercih ederdi. Önemliydi bu ayrıntı onun için, üzüm suyunun içindeki şekerin fermantasyonunun tamamlanmasına izin verilmeden içine alkol eklenerek yapılıyordu. Tatlıyı oldum olası severdi zaten, bu da son derece tatlıydı ama çabuk da çarpardı içmesini bilmeyeni. Bu topraklarda pek kabul görmezdi, onun da istediği oydu zaten hep farklı olmalıydı herkesin beğendiğini beğenmemeli, herkesin gittiği yere gitmemeliydi.
İnsanlar ona yaklaşırken iki hatta üç kez düşünmeliydi, herkesten üstün sayardı kendini. Eşitlik onun dağarcığında yoktu. Ona kalsa yattığı rahim dahi altın sırmalıydı, koskoca Selim Bey düz bir rahimde yatacak değildi ya! Ona uygun cins dahi yoktu. Tanıştığı kadınlara şöyle bir göz ucu ile bakar ardından soyunun geldiği yeri öğrenmeye çalışır ve eğitimini de değerlendirmeyi ihmal etmezdi. Sıradan birisi ile yan yana yatacak değildi ya… Hayatı iş merkezli, uluslar arası camiada namı kendinden önce giden insanlara hep yukarıdan bakan biriydi. Belki onun da suçu yoktu, annesinin biricik oğluydu. Kel sayılabilecek statüdeydi fakat annesi için sırma saçlıydı. Çocukluğu da böyle geçmişti, her hatası kamufle edilmiş, altı yüz yıllık hükümdarlığın varisi konumunda bir hayat sürmüştü. Hep farklı olduğu, üstün olduğu vurgulanarak büyütülmüştü. Seviyordu da böyle bir yaşam sürmeyi.
Yıllar onun lehine ilerlemiyordu elbet, yaşam hızlı değişiyordu. Her yanlışını örten annesi bir gece dünyasını değiştirmişti. Ölümle ilk kez yüzleşiyordu, aynı zamanda ayakları da ilk kez yere basıyordu. Hayatın gerçekleriyle ilk kez tanışmıştı, onu zihninde hep tatlı kavramlar vardı. Maalesef acı da yer almaya başlamıştı. Nasıl kabul edecekti bilemiyordu, hep sığındığı limandı o. Rüzgâr ters de esse annesi bir yolunu bulur onun yaşamını kolaylaştırırdı. Sırma saçlı kalem kaşlı kuzusuydu annesinin. Gün geçtikçe acısı büyüyordu içinde, birisiyle dertleşse az da olsa azalırdı belki. Ama dertleşebileceği kimsesi yoktu o yıllarca gözlerini yukarıdan bakarak seyreyledi dünyayı ve insanları. Dengi dahi yoktu ya hani ondan hep yukarıdan bakardı. Hâlbuki yerçekimi bulunalı yüzyıllar olmuştu, mutlaka yukarıda olan aşağıya düşecekti. Kural böyleydi.
Günler ilerledikçe içindeki dipsiz kuyu büyüdükçe büyüyordu. İşe de gitmiyordu eskisi kadar, maillerini bazı günler cevaplıyor bazen ise telefonunu dahi kapatıp saatlerce yürüyordu. Çok da umurunda değildi aslında. Sığındığı tek limanı gitmişti, Porto şarabı dahi ağzını tatlandırmıyordu. Hâlbuki her can sıkkınlığına iyi gelirdi normal şartlar altında. Şehir de bunaltıyordu onu artık, işler de gün geçtikçe kötüleşiyordu. Dertleşecek dengi olmadığından yollara vurdu kendini. Kaybettiklerini düşünmeyeceği bir yer arıyordu kendine, çok geçmeden eskiden ara ara kafasını dinelemeye gittiği yerde buldu kendini. Artık burada yaşayacaktı odasındaki tuvalet dahi belki bu odanın beş altı katı büyüklüğündeydi.
Uyuyor uyanıyor ve tekrar uyuyordu. Ölmeyecek kadar yiyordu, artık doğada yaşamayı da öğrenmeye başlamıştı. O gece yıldız çoksa havanın iyi olacağına işarettir diyor kendi kendine. Bunları da öğrenmeye başladı arada uğrayan yaşlı çobandan. Evet artık yaşlı çobandı arkadaşı, eski hayatında olsa dönüp konuşmazdı bile. Artık değişmişti, hem de bu kulübe denecek yere ilk geldiği gün çizdiği o resimle. Eline bir parça kömür almıştı ve kocaman gözleri ve oldukça kel bir erkek resmi çizmişti. Senelerce yukarı bakan bu gözleri şimdi aşağıya bakar çizmişti. Aksatmadan her gece bakıyordu, altın sırmadan rahimde yatan kalem kaşlı Selim beyi ihmal etmiyordu. Sabahları da günaydın demeden güne başlamıyordu, değişmişti artık hem de beklediğinden de çok değişmişti. Kadim dostuydu hep gözlerinin içine baktığı yaşlı çoban. Sadece yıldızlara bakmak için yukarı bakıyordu, onlar muaftı yerçekiminden.
Emre Ertuhi’den
Hoşçakal Sevgilim
…
– Joanne aklından neler geçiyor öyle? Geldiğimden beridir iki çift laf etmedin, bir şeye canın mı sıkıldı?
Alfred, sen son derece yüzeysel ve can sıkıcısın, seninle ne paylaşabilirim ki? Beni saray leydisi hissettiren klişe dolu methiyelerinle, üzerine konuşmaya bile tenezzül edilmeyecek ama saatlerce kahramanlık destanı yazabildiğin avcılık hobinle, her buluşmamızda üzerimden resmen silindir gibi geçiyorsun be adam! Sana şimdiye kadar oda kiramı ödediğin ve ayrıca şık ve güzel elbiseler aldığın için müteşekkirim ama bir trajediye ihtiyacım var ve sergilenen bu oyundan artık bıktım, usandım! Bu kez perde arasını fırsat bilip çekip gitmeyeceğim, kağıttan dünyanı avuçlarımın arasına yerleştirip, son raddesine kadar güzelce ezeceğim ve seni çaresizliğin karanlık dehlizlerine hapsettiğimde hiçliğin ortasında kaybolmaya mahkum olacaksın, hatta parçalanmış bir artık olduğunu idrak ettiğinde dahi durmayacağım!
…
Bu dünyaya ait değildin ve son perdede muhteşem bir finalle kapanışı yaptık. Buluşmalarımızda beni rengarenk güllerle karşılardın, bense narinliğinle özdeşleşen papatyalar getirdim. Hoşçakal sevgilim!
Kiralık Daire Müracaat Apartman Yönetimi
…
– Tahsin bak, baksana!, Dur şurda bir yerde!, Tahsin çek kenara!
– Ne oluyor? Kör değilim Zeliha, adamı çıldırtma ya! Neden duracağız ilan yok bir şey yok bu sokakta?
…
– Beni yıldıramazsın Tahsin kalk hadi!. Doğru kapıya gidiyoruz. Aaa apartmandan bir kadın çıkıyor. Afedersiniz kapıyı açık bırakır mısınız hanfendi? Bir dakika lütfen!
– Gelin gelin kızım bekliyorum.
– Çok teşekkür ederim teyze. Bir dakikanızı alabilir miyim sakıncası yoksa? Ah çok şekersiniz, elinizde arabayla Perşembe pazarına mı gidiyorsunuz? Benim de annem sabah erkenden kalkıp gider pazara, onlar Cadde tarafında oturuyorlar ama. Eski alışkanlıklar ne güzel değil mi? Şey için rahatsız ettim sizi, nişanlım ve ben yakında dünya evine gireceğiz. Annemlere yakın oturmak istiyoruz, lakin kiralayacak düzgün bir daire yok, olanlar da ateş pahası. Şans eseri geçerken gözüme takıldı, en üst kattaki daire bomboş duruyor. Acaba ilana mı koyulacak, sizi de bu kadar uzun tutmak istemezdim inanın ki.
…
– “Kiralık 6+1 Süper Tripleks Lüks Müracaat Apartman Yönetimi” yazıyor hayatım bak, internette ilanına da hiç denk gelmedim. Burası bizim kısmetimiz olabilir.
– Tahsin benimle dalga geçme sakın, çok kötü yaparım seni. Paran yetecek mi ki bu eve? En son gittiğimiz 2+1’e 14.000 istediler diye isyan bayrağını çekip gittin, beni bir başıma bıraktın orada, emlakçının yüzüne bakamadım utancımdan. Şimdi gelmiş ajitasyon yapıyorsun, yazıklar olsun sana.
Fırça Darbesi
…
– Hanfendi kapıyı açar mısınız? Çok acil, hayati önemi olan bir konu, lütfen! Size yalvarıyorum!
Üç salonlu atölyemin girişe en uzak olanındayım. Dış kapıdan bağrış çağırışlar geliyor, her kimse kapıya deliler gibi vuruyor. Gecenin ikisinde bu yapılır mı? Allah aşkına! Hem de aydınlanmalar yaşadığım şu anda!
…
– Arkadaşlarım, adli tıbbın işlemlerini tamamladığını belirttiler. Atölyenizde olası delillerle ilgili araştırma yapacağız.
– Bay Bonanza, son resmim için büyük çaplı bir ödeme aldım. Kimsenin onu sergiye çıkmadan önce görmemesi gerekiyor. Son odayı araştırmazsanız, çok memnun olurum.
…
– Hayır, memur bey. Kendisiyle şahsen hiç tanışmadım.
– Hımm çelişkili sonuçlar çıktı. Kalp atış hızınız normalin çok üzerinde. Olayın şokundan kaynaklanabilir. Yapay zeka da yüz kaslarınızın hareketinden yalan söylediğinize dair uyarı veriyor. Sizinle iki gün sonra merkezimizde bir kez daha görüşelim. Olay sıcağı sıcağına yaşandığı için bu türden hatalar alıyor olabiliriz. Normal prosedürü işleyecek olsaydık, yalan ifadeden dolayı sizleri gözaltına almamız gerekecekti. Ama çok saygın bir sanatçısınız ve idare amirim yarın akşam bir ödül konuşmanız olacağını söyledi. Ayrıca New California eyaletinin sahibi V Æ Z-72 bey ile de çok yakın dostmuşsunuz, kendisine sevgilerimizi ve saygılarımızı sunduğumuzu iletiniz lütfen.
Düğmelerin Olası Yan Etkileri
…
– Babacım geçenlerde bahsettiğim sevgilim, bugün sizinle tanışmaya gelecekti. Ben yemek masasını hazırladım, kendisini beklerken bir şeyler atıştırmak ister miydiniz? Hem…
– Kes kızım lakırdı etmeyi, sevmem ben öyle! Gelecek önce elimi öpecek, halimizi hatırımızı soracak, sonra çayımızı, kahvemizi içecek ve ben onu can alıcı sorularımla bir güzel terleteceğim. Yedi kuşaktan soyunu sopunu, neyin nesi kimin fesidir, hepsini tek tek öğreneceğim. Postalarım kafamı attırırsa ha!
…
– Yahu başlıcam iki lafın belini kıramadık, bu adamdan damat filan olmaz. Şapşalın teki ya! Kızım nerden buldun bu adamı? Bahtına, kaybedenler piyangosundan mı çıktı?
– Babacığım lütfen sinirlerinizi harap etmeyin, tansiyonunuz çıkacak. Hem bütün kızgınlığınız bu mucize sıvıyı içince, buhar olup uçacak.
…
– Kızım kendini ne hale getirmişsin? Değer miydi bütün bunlara? Biz bunları yaşamak zorunda mıydık? Komşular ne diyecekler? Bakkala, kasaba, kahveye bu halde nasıl gideceğiz? Aklın başında mı senin!
…
Tadı Kaçan Brunch
…
– Yok canım, şunun şurasında kırk beş dakikacık geç kaldın, lafı mı olur. Hem kalabalık da dağıldı, rahat rahat tabaklarımıza istediklerimizi koyarız, sonra da başlarız sohbetimize. Masada çayımız var. Kahve istersen garsonu çağıralım şekerim.
– Geçen bir arkadaşım gelmiş buraya, resmini paylaşmış. Mocha Frappuccino içesim var hayatım.
– Çikolata içiyor muydun Burcu? Hiç sevmezdin aslında, aaa çok şaşırdım. Beyefendi, bir bakar mısınız… Hah, bir Mocha Frappuccino, bir de Americano istiyoruz, teşekkürler.
– İnsan sürekli değişiyor hayatım, bu dönem tatlı yeme isteğimi pek bastıramıyorum, üzerine de çok gitmiyorum, akışına bıraktım.
– Hayda, ne ara yediklerine dikkat etmez oldun? Ama dikkatlice bakınca anlaşılıyor, çok hafif kilo almışsın, al al olmuş yanakların. Yoksa acayip havadislerin mi var? Seni çapkın, yeni bir manit mi edindin? Bu kilolar onunla gezip tozmaların eseri mi?
– Gel önce büfeye gidelim, boş masada konuşmayalım. Kahveler de gelir, biz dönene kadar.
…
– Bebek demişken…
– Evet, konumuz bebek olsun hadi.
– Nasıl yani?
…
Asi Melek
“Düşünce erdemlerinden mahrum bırakılan kişiler, olgusal durumları kavrayamadıklarından, eylemlerin arasındaki sebep ile sonuç ilişkilerini kuramazlar ve çevrelerinde olup biten olaylardan bihaber olurlar…”
Sariel Kırıkkanat, M.S. 391
Sürekli pataklanan ve sonunda yere fırlatılan emektar bir masa saatim var. Maşallahı var ama; madalya takacağım ona bir gün…
…
Tahmin ettiğim gibi, ofisin en ücra köşesindeki patronların kanepesine, elinde tableti ve kulaklıklarıyla uzanmış, yılların Güney Kore dizileri müdavimi, temizlikçi Fadime ablanın haricinde kimsecikler kalmadı…
…
Dudakları selfi pozu veren ergenler gibi öne eğik, Picasso’nun tablolarındaki çiftlere dönmüşüz. Anın heyecanı içinde burnundan şu cümle çıkıyor “Sei seiyoum”. İşte bu romantik komedilere taş çıkaracak seviyede bir performans…
…
Sonrasında bahçe kapısı sertçe garrç diye açılıyor ve bir kadının çığlığı, ardından kulakları delen bir silah sesi duyuluyor. Eren’in beti benzi kül kesiliyor ve yerinde kalakalıyor. Ben ise pencereye koşuyorum. Bulunduğum yerden, çevredeki camların her birinde, birer ikişer insanlar beliriyor. Herkes önce tek bir noktaya bakıveriyor. Köşkün bahçe kapısı aralanmış, yolun tam ortasında, bir kız, sırtüstü yerde yatıyor. Beş altı adım ilerisinde, sırtında boydan boya ateşlerle bezenmiş fontlarla “ASİ MELEK!” yazan siyah deri ceketli bir adam duruyor…
…
Bir olayın dallanıp budaklanıp film senaryosu gibi saçma sapan sonuçlar doğurması, çok garip değil mi? Kötü bir şey istemedim, sadece sevebileceğim bir adama aşık olmayı diledim…
…
Bir an olanca gücümle öne atılıyorum ve kapılar kapanmadan, vagona zar zor giriyorum. İnsanlar dehşet dolu gözlerle, sanki delirmişim gibi bana bakıyorlar…
Yamyamların Şafağı
– Vay Yasin abim! Nasılsınız? Yüzünüzü gören cennetlik, hangi rüzgar attı sizleri Balat’a?
– Allah’a çok şükür iyi olmaya çalışıyoruz be Orhun. Asıl seni sormalı. Boğaziçi’nde ortam nasıl, manita filan yaptın mı?
– Yok be abim. Kazandık ama zar zor okuyoruz, yeterli zaman yok o dediğiniz işlere. Akşamları restoranlara kuryelik yapıyorum, gündüz de derslere koşturmaca.
…
– … Edep, adap sahibi ve namuslu bir hanımevladının karşına çıkmasını çok isterim. Çok şükür işlerimiz de tıkırında. İki sokak ötede yeni bir inşaatımıza başladık. Ultra zengin Arap turistlere otel yapacağız, belki duymuşsundur.
– Bilmez miyim abim benim, bütün mahalleli icraatlerinizden gururla bahsediyoruz. Koca koca yazıyor ya “Tongüloğulları İnşaat’ın Proje Alanıdır”. Göğsümüz kabarıyor, her önünden geçişimizde. Allah işinizi gücünüzü hep rast getirsin inşallah.
…
– Ha o mu? Karşı komşumuz Natali abim. Ukrayna’dan zamanında göç etmişler, anası ve iki küçük erkek kardeşiyle. O da Boğaziçi’nde okuyor. Temizliğe gidiyor bu saatlerde ikinci öğretim ama o. Akşam dersleri oluyor onun.
– La olum ne hödük adamsın! Söylesene daha önceden, böyle genç ve dinamik bir tanıdığım var, işe almayı düşünür müsün, desene sanki yabancıyız.
…
– Yazarlık kursundan hocamız bir ay önce Kenya’ya gitmişti. Üniversite oradaki kabilelerin etnik kökenlerini incelesin, diye yollamış. Meğer adamlar yamyammış.
– Vay anasını!
– Ya abim. Sonra adamı tan vaktinde yemişler. Akademisyenimize neden sahip çıkamadınız, diye Türkiye nota vermiş.